Hegemonya Altına Almak Ne Demek? – Öğrenmenin Gücüyle Zihinsel Özgürleşme Üzerine Pedagojik Bir Değerlendirme
Bir eğitimci olarak her gün öğrencilerime şunu hatırlatıyorum: “Öğrenmek, özgürleşmenin ilk adımıdır.” Çünkü öğrenme sadece bilgi edinmek değil, düşünce kalıplarını fark etmek ve onları dönüştürme cesareti göstermektir. Fakat eğitim süreci her zaman özgürleştirici değildir; bazen görünmez biçimde zihinleri şekillendirir, yönlendirir, hatta sınırlar. İşte bu noktada “hegemonya altına almak” kavramı devreye girer. Peki, hegemonya altına almak ne demek ve eğitimde nasıl karşımıza çıkar? Bu sorunun yanıtı, hem bireysel farkındalık hem de toplumsal bilinç açısından derin bir pedagojik anlam taşır.
Hegemonya Altına Almak Ne Demektir?
Hegemonya altına almak, bir bireyin, grubun ya da düşünce sisteminin başka bir grup veya topluluk üzerinde kültürel, entelektüel ve ideolojik üstünlük kurması anlamına gelir. Bu durum genellikle doğrudan baskı yoluyla değil, rızaya dayalı bir kabulleniş üzerinden gerçekleşir. Yani insanlar, belirli fikirleri ya da değerleri “doğru” veya “normal” olarak benimsediklerinde hegemonya altına girmiş olurlar. İtalyan düşünür Antonio Gramsci’nin ortaya koyduğu bu kavram, modern eğitim sistemlerinde sıkça gözlemlenen bir olgudur. Çünkü eğitim, yalnızca bilgi aktaran değil; aynı zamanda düşünce biçimi inşa eden bir süreçtir.
Pedagoji Açısından Hegemonya
Pedagoji (öğretme sanatı), bireyin zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini şekillendiren bir süreçtir. Ancak bu süreç, her zaman tarafsız değildir. Okullar, öğretim programları ve eğitim politikaları belirli bir ideolojik çerçeve içerisinde işler. Öğrencilere neyin “doğru”, “başarılı” veya “kabul edilebilir” olduğu öğretilirken, farkında olmadan belirli bir hegemonik sistem yeniden üretilir. Örneğin, “iyi öğrenci sessizdir, kurallara uyar” ifadesi, eleştirel düşünceyi değil, itaatkârlığı ödüllendiren bir hegemonik pedagojinin ürünüdür.
Bu tür öğrenme biçimleri, bireyin kendi düşüncesini inşa etme yetisini zayıflatır. Öğrenci, bilgiyi sorgulamak yerine içselleştirir ve hegemonik düşünceye uyum sağlar. Böylece birey, görünmez bir otoritenin etkisi altına girer; hem düşüncelerinde hem de davranışlarında “hegemonya altına alınmış” olur.
Öğrenme Teorileri Bağlamında Hegemonya
Öğrenme teorileri, bireyin bilgiyle kurduğu ilişkiyi açıklarken hegemonyanın nasıl oluştuğunu anlamamıza da yardımcı olur. Özellikle sosyal öğrenme ve eleştirel pedagojik yaklaşımlar, bu kavramı eğitim sürecine entegre eder.
Albert Bandura’nın sosyal öğrenme kuramına göre insanlar, gözlem ve taklit yoluyla öğrenirler. Bu durumda birey, yalnızca davranışı değil, o davranışın temsil ettiği değeri de içselleştirir. Eğer toplumda belirli bir düşünce biçimi sürekli ödüllendiriliyorsa, öğrenciler farkında olmadan bu düşünceyi benimser. İşte hegemonya böyle işler — baskıyla değil, modellemeyle.
Paulo Freire’nin eleştirel pedagojisi ise tam aksine, bireyin bu zinciri kırmasını amaçlar. Freire’ye göre geleneksel eğitim sistemi, öğrenciyi “bilgi deposu” olarak görür; öğretmen konuşur, öğrenci dinler. Bu model, bireyi pasifleştirir ve hegemonik düzeni sürdürür. Oysa özgürleştirici eğitim, öğrenciyi bilgiyle tartışmaya, analiz etmeye ve dönüştürmeye teşvik eder. Böyle bir yaklaşım, bireyin hegemonyayı fark etmesini ve ona karşı bilinçli bir duruş geliştirmesini sağlar.
Eğitimde Hegemonya Altına Almanın Örnekleri
Hegemonya kavramı soyut görünse de eğitimde birçok somut örneği vardır:
- Kültürel Hegemonya: Bazı toplumlarda “Batılı eğitim sistemleri” mükemmeliyetin ölçütü olarak sunulur. Bu durumda yerel değerler, diller ve öğrenme biçimleri değersizleştirilir.
- Toplumsal Cinsiyet Hegemonyası: Kız öğrencilerden daha sakin, erkek öğrencilerden daha rekabetçi olmaları beklenir. Bu, toplumsal cinsiyet rollerinin eğitim aracılığıyla yeniden üretildiğini gösterir.
- Ekonomik Hegemonya: “İyi meslek” olarak yalnızca yüksek gelir getiren işlerin yüceltilmesi, eğitimin ekonomik sisteme hizmet eden bir araç hâline geldiğini gösterir.
Bu örnekler, eğitimin bilinçaltında nasıl bir “güç dili” taşıdığını ortaya koyar. Öğrenci, bu dilin etkisi altında kaldıkça düşünsel özgürlük alanı daralır.
Hegemonyayı Fark Etmek: Öğrenmenin Özgürleştirici Boyutu
Gerçek öğrenme, bireyin hegemonyayı fark edip ona karşı bilinç geliştirdiği anda başlar. Bir öğretmenin asıl görevi, öğrencinin yalnızca “ne düşüneceğini” değil, nasıl düşüneceğini öğretmektir. Çünkü eleştirel düşünme becerisi gelişmemiş bir birey, farkında olmadan hegemonya altına girer. Eğitimcinin misyonu, bu farkındalığı kazandırmaktır.
Bu süreçte öğrenci merkezli öğrenme, projeye dayalı eğitim ve sokratik diyalog gibi yöntemler etkili araçlardır. Bu yaklaşımlar, bireyin kendi sesini bulmasını sağlar ve onu pasif bir alıcı olmaktan çıkarır. Hegemonya altına alınan birey değil, kendi düşüncesini üreten birey, toplumu dönüştürür.
Sonuç: Farkındalıkla Öğrenmek, Öğrenerek Özgürleşmek
Hegemonya altına almak yalnızca politik bir kavram değil, aynı zamanda eğitimdeki görünmez iktidar ilişkilerini anlatan bir gerçektir. Ancak öğrenme, farkındalık kazandırdığında bu döngüyü kırabilir. Bir sınıfta özgürlük, sorgulama ve ifade alanı varsa, hegemonya zayıflar. Çünkü eleştirel düşünce, hegemonik sessizliği bozan en güçlü sestir.
Siz kendi öğrenme yolculuğunuzda hangi düşünceleri sorgulamadan kabul ettiniz? Gerçekten kendi fikirlerinizi mi düşünüyorsunuz, yoksa size öğretilenlerin yankısını mı duyuyorsunuz?